Ömer Lütfi Kanburoğlu, Yıkmak kolaydır ve kimseye bir şey kazandırmaz. Cehennemde Türklerin kazanının başına zebani koymaya gerek yok.

 

Yapmak ve Yıkmak

 

 

Yapmak ve yıkmak birbirine o kadar uzak iki kavram ki, aralarında dağlar kadar fark var dersek abartmamış oluruz.

 

Bir şeyi yapmak ile onu yıkmak arasındaki farkı hiç düşündünüz mü?

 

Örneğin bir şehri imar etmek; onu, insanlar için yaşanır kılmak, alt yapı, üst yapı yatırımları, sağlık, ulaşım, temizlik, park-bahçe, güvenlik, elektrik, su, gaz ve bunun gibi saymakla bitiremeyeceğimiz daha onlarca hizmet. Bunları günü gününe hiç aksatmadan devamlı yapacaksınız; hepsini hakkıyla yaparsanız sadece yaşanabilir sıradan bir şehir imar etmiş oluyorsunuz. Bu şehri dünya medeniyeti arasında cazibe merkezi haline getirebilmek için ise daha çok çalışmanız gerekiyor, çok!

 

Peki, böyle bir şehri yıkmak ne kadar sürer sizce? Çağımızın silah teknolojisi ile bu süre nükleer silahlarla beş dakika, konvansiyonel silahlarla ise beş gün sürebilir.

 

Eğer silah kullanmadan yıkmak, yaşanır olmaktan çıkmasını sağlama amacı taşıyorsak, bunu başarmak ne kadar sürer? Tek başına gıda denetiminin yapılmadığı bir şehir bile en fazla bir ay içerisinde yaşanır bir mekân olmaktan çıkar. Musluklarından su akmayan, güvenlik hizmetlerinin lâyıkıyla yerine getirilmediği bir metropol düşünün, böyle bir şehirde kaç gün yaşayabilirsiniz?

 

Bu basit örnekleri arttırmak mümkün; bir çocuğu yetiştirmek ne kadar zordur? Gece gündüz onunla uğraşırsınız, yemeğini yesin, derslerini çalışsın, zararlı alışkanlıklar edinmesin, okusun, iyi bir meslek sahibi olsun, ayakları üstünde dursun diye yıllarca çabalar durursunuz. Sizin yıllar süren bu uğraşınızı, herhangi biri üç saniye süren silahlı bir eylemle sonlandırabilir. Silahını doğrultup, tetiği çektiği zaman, yaptığı üç saniyelik eylem, yılların emeği göz nuru varlığınızı yıkıp yok eder. İşte bu kadar kolaydır yıkmak…

 

Yıllar önce bir fıkra anlatmıştım bir yazımda, şimdi ülkemizin gündemine istinaden tekrar kaleme alma ihtiyacı duydum.

 

Adamın biri vefat ederek öteki dünyaya gitmiş. Melekler adamı almış, herhangi bir yere koymadan önce cenneti cehennemi bir gezdirelim, tanıtalım demişler. Adama önce cenneti gezdirip tanıtmışlar, sonra cehennemi.

Cehennemde her milletin fertlerinin içine atılıp cayır cayır yakıldığı dev gibi kazanlar varmış. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve bunun gibi her milletin ayrı bir kazanı ve her kazanın başında cehennem zebanileri…

Cehennem zebanileri ellerinde bir mızrak, kazandan dışarı çıkmaya çalışanları mızrakla dürterek tekrar kazanın içine düşmesini sağlıyorlarmış, böylece insanlar altı alev alev yanan kazandan dışarı kaçamıyorlarmış.

Fakat adamın bir şey dikkatini çekmiş; kazanın birinde cehennem zebanileri yokmuş. Derhal kendisini gezdiren meleklere bunun sebebini sormuş. Melekler, “O kazan Türklerin kazanı; etrafına zebani koymaya gerek yok, kazandan çıkmaya çalışan biri olursa diğer Türkler hemen onu ayaklarından yakalayıp kazanın içine tekrar çekiyor, dolayısı ile Türklerin kendilerini yakmak için başkalarına zaten ihtiyaçları yok” diye cevap vermişler.

 

Kıssadan hisse; Türkiye’nin çağdaşlaşma, muasır medeniyetler seviyesine çıkma, vatandaşlarının huzur ve güven içerisinde yaşama yolunda attığı adımlarda lütfen yapıcı olunuz.

 

Yıkmak kolaydır ve kimseye bir şey kazandırmaz. El ele verir ve başarıya doğru adım atmaya çabalarsak ülke olarak başaracağımıza inanıyorum.

 

Sevgilerle...

omerkanburoglu@yahoo.co.uk  20 Aralık 2004