|
|
|
|
|
Ömer Lütfi Kanburoğlu, Devrimler ve Demokrasi /
Revolutions and Democracy
Devrimler ve Demokrasi
Demokrasilerde bir seçmenin cehaleti bütün halkın güvenliği için tehlikedir. John F. Kennedy
Devrim ve demokrasi birbirine karşıt iki kelimedir. Demokrasinin olduğu yerde devrim, devrimin olduğu yerde ise demokrasi olmaz. Fakat kaçınılmaz bir gerçek vardır ki demokrasinin sorgulandığı her ülkede perde devrim ile kapanır. Perde yeniden açıldığında ise karşınıza ne çıkacağı asla belli olmaz ama bu kesinlikle demokrasi değildir…
Eğer canları pahasına devrimi gerçekleştirenler hemen demokrasiye geçeceklerse ne diye hayatlarını tehlikeye atsınlar? Bir an başarısız olduklarını düşünün, hepsi idam edilecekler… Bu kadar büyük risk yüklenmiş insanların yönetimi ele geçirdikten sonra herhalde etrafa karanfil dağıtacağını düşünmüyorsunuz?
Ortadoğu’ya “düzen verme operasyonu” çerçevesinde çeşitli ülkelerde başlayan halk hareketleri sonucunda bu ülkelerin daha demokratik bir yaşam biçimine kavuşacaklarını iddia edenler yanılıyorlar. Her şeyden önce bu iddia sahiplerine şunu hatırlatmakta fayda var: Demokrasi bir yaşam biçimidir. İsyanların başladığı ve birer ihtilale dönüştüğü bu ülkelerin hiç birinde demokrasinin hayata geçirilmesi şu an için mümkün değil. Hele bu isyanlarla Batı ülkelerinin etkisinin Orta-Doğu’da gittikçe azalacağını düşünenler boş hayaller görüyorlar.
Bir ülkede seçimlerin yapılması demokrasi olduğu anlamına gelmez. Demokrasinin yeşerebilmesi halkın eğitim ve kültür seviyesi, sosyo-ekonomik durumu, dini taassubun etkisinin derecesi ile yakından alakalıdır. Bütün bunları göz önüne aldığınız zaman demokrasi kavramının bu ülkelere ne kadar uzak olduğunu anlarsınız. Tıpkı Afganistan gibi… Afganistan’da bugün sürekli seçim yapılsa, her köşe başına, her binanın taşına “Bu ülke demokrasinin beşiğidir”, “En iyi demokrasi bizim demokrasi” gibi yazılar yazılsa bu ülkede ne değişir? Hiç bir şey! Hatta “her şeyi halka soralım, o ne yaptığını iyi bilir” şeklindeki iddianın sahiplerine iyi bir örnek teşkil edeceğini zannediyorum. Afganistan’da her şeyi halka sorarsanız halk iki gün içinde birbirini vurur; çünkü savaşmaktan, bomba atmaktan ve öldürmekten başka hiç bir şey bilmiyor. Bu insanlardan “demokrat” olmasını bekleyebilir misiniz?
Ortadoğu halkları Türkiye’ye hayrandır. Şu anda sokaklara dökülen devrim yanlılarının birçoğunun Türkiye’deki sosyal hayata gıpta ile baktıklarını, örnek gördüklerine tanık oluyoruz.
Acaba onların örnek almak istedikleri Türkiye nasıl bir Türkiye? Taassubun hakim olduğu bir ülke mi, yoksa Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu çağdaş ve demokratik Türkiye mi? Kendileri zaten bir taassubun içinde yaşıyorlar, onların özlemleri çağdaş ve demokratik Türkiye gibi olmak. Fransa veya İngiltere gibi değil Türkiye gibi; çünkü Türkiye Müslüman bir ülke. O başardıysa biz de yapabiliriz diye düşünüyorlar. Düşünmek ile uygulamak arasında Mustafa Kemal Atatürk gibi bir fark var, eğer devrimin başında doğru insan olmaz ise eskisini de arar hale gelebilirsiniz.
Peki, onların özendikleri Türkiye’deki insanların özlemi ne? Gerçekten demokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşamak… Türkiye’de halkın demokrasiden anladığı ise sadece “bana karışma” talebinden ibaret. Bu talep, devletin işini yapmak dışında vatandaşın her işine müdahale etmesinden kaynaklanmakta. İnsanların canı artık burnunda; ekonomik sıkıntılar bir yana, sosyal talepler diğer yana.
Bana karışma… Bu mümkün mü? Yönetim biçimi ne olursa olsun devletin halkına “canın ne istiyorsa onu yap” demesi mümkün değil, birçok kısıtlamaların olması çok doğal. Bunun sınırı ise başkasının özgürlüğüne tecavüz ettiğiniz noktadır.
Türkiye’de insanların demokratik yaşam biçimini içlerine sindirdiklerini söylemek mümkün mü? Özgürlükler birbirinin içine girmiş, herkes bir diğerine yaşam biçimini dayatmaya çalışıyor. Bazı kamu görevlileri böyle bir emir almadıkları halde durumdan vazife çıkararak kendi “kıt” dünya görüşlerini parkta, yolda, lokantada v.s. gibi yerlerde halka zorla uygulamaya çalışıyorlar. Bu tek merkezden, emir komuta zinciri içinde yapılan bir uygulama değil. Sadece halkın bir parçası olan kamu görevlilerinin kraldan fazla kralcı kesilmesi, aslında demokrasiden, özgürlükten, kısacası hayattan nasibini almaması ile alakalı. Yoksa hiç kimse kanunlar da dahil olmak üzere kendilerine böyle bir hak vermemiş.
İnsanlar birbirini anlamamakta ısrar ediyor. Bir insanın dindar olmaması, hatta dinsiz olması bir dindara nasıl inanılmaz geliyorsa, kendisini sarıp sarmalamış çarşafa bürünmüş bir kadının giyinişi de bir diğerine anlamsız ve saçma sapan geliyor. Fakat burada önemli bir ayrıntı var ki aslında -her ne kadar onlar aksini iddia etseler de- “dini özgürlüklerimiz kısıtlanıyor” diye şikâyet edenlere gösterilen saygı ve müsamaha bu ülkede kimseye gösterilmiyor. Bu örnekleri artırmak mümkün…
Dindarların ısrarla anlamak istemedikleri bir şey var; o da herkesin dindar olmak zorunda olmadığı, hatta bir dine mensup olmak zorunda bile olmadığı. Ayrıca “halkın %99’unun Müslüman olduğu ülke” diye kaynak göstermeleri de bir şey ifade etmiyor bu iddia sonuçta milleti dinden imandan da çıkaracak. İnsanların doğduğu gün kendisine hiçbir şey sorulmadan nüfus kâğıdına Müslüman yazılmış olması çok fazla bir anlam ifade etmese gerek.
Size ne milletin dininden, dinsizliğinden, yediğinden, içtiğinden? Türkiye’nin problemi ibadet özgürlüğü değil; Türkiye’de “cehennemde yanma özgürlüğü” yok! İnsanlar cennete gitmek için ibadet etme özgürlüğüne sahip olduğu kadar ibadet etmeyerek cehenneme gitme özgürlüğüne de sahip olabilmeli. İbadet etme veya etmeme biçimi başkasının özgürlüğüne müdahale etmediği müddetçe kimseyi ilgilendirmemeli. Buradaki “başkasını rahatsız etmemek” cümlesi dindar olmayanlardan daha çok dindarları ilgilendiriyor. Sonuçta insanlar eline içki şişesini alıp gidip camide içki içmiyor, ama tesettürlü hanımlar jeepleri ile geldikleri Papermoon’da vakit namazı kılmak isteyebiliyor. Ünlü muhafazakâr yazarlardan biri, adam yerine konmaya başlayınca yaptığı ilk iş köyden evlendiği tesettürlü eşini boşamak olan meşhur şahıs, geçen gün Tunalı Hilmi Caddesinde akşam barların, cafelerin gürültüsünden rahatsız olduklarını söylüyordu. Gitme kardeşim Tunalı Hilmi Caddesine, seni oraya silah zoru ile mi götürüyorlar? Girmeyin bu “şer” yuvalarına, oraya gidip günah işleyenler de bırak cehennemde yansın, sana ne?
Her şeyi din eksenli düşünüp, yaşayanlar yaptıklarının “çok normal” ve kimseyi rahatsız etmeyeceğini düşünüyorlar ama öyle değil. Örneğin Cuma günü Ankara’nın göbeğinde metro istasyonunun içinde yerlere seccadeler serilerek yüzlerce kişinin namaz kılması kimseyi rahatsız etmiyor mu sanıyorsunuz? Bu sizlere çok normal bir davranış gibi geliyor. Oysa bu bir meydan okumadır. Eğer, “ben bunu yaparım sen de bana karışamazsın” derseniz özgürlükleriniz kısıtlanmaya başladığı zaman da insanlardan size saygı göstermesini bekleyemezsiniz, doğal olarak tepki gösterenler de olacaktır. Bu mantık ve düşünce ile hiçbir yere varılamaz, özgürlükler bir diğerinin başladığı yerde bitmeli, din özgürlüğü de dahil. Bu kadar! Din bir ibadet aracıdır, siyaset değil. Bunu içinize sindirebiliyor musunuz? İşte o zaman demokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşıyorum diyebilirsiniz.
omer@kanburoglu.com < 04 Şubat 2011
Revolutions and Democracy
In a democracy, a voter ignorance is dangerous to the security of the whole population. John F. Kennedy
They already live in a bigotry, such as their
aspirations to be modern and democratic Turkey. As Turkey is not like France
or England, because Turkey is a Muslim country. He managed to think that we
can do. Thinking of Mustafa Kemal Ataturk as there is a difference between
applying with, if not the right person at the beginning of the revolution
can become the old one looks at.
Religious worship tool, political tool not.
omer@kanburoglu.com < February 04, 2011
|
|