Ömer Lütfi Kanburoğlu,  Çalışanların namuslu olduğunu ayırt edebilmenin tek yolunun "makam sahibinin açlık ve sefalet içinde sürünüyor olması" devletin ayıbı değil mi?

 

O kadar namuslu insan ki,

hiçbir şeyi yok!

 

 

Son yıllarda toplumumuzda yerleşen bir kavrama değinmek istiyorum. Makalenin başlığından da anlayacağınız gibi bu kavram, namuslu insanların bu dünyada dikili bir ağaçlarının olmaması ile ilgili. 

 

Çevremizde zamanında çok önemli görevlerde bulunmuş veya hâlâ çok önemli görevler ifâ eden birçok insan var. Birçoğu için kullandığımız bir cümle gün gittikçe dilimize yerleşti. Bu ifade, tahmin edebileceğiniz gibi “O kadar namuslu ki, hiçbir şeyi yok” cümlesi. Kullana kullana dilimize deyim olarak yerleşti bile diyebilirim.

 

Bu cümlenin sosyo-ekonomik açıdan cidden incelenmesi lazım. Bir insan, kendisine teslim edilen makam ve mevkii kendi şahsi çıkarları doğrultusunda kullanmayıp görevini suiistimal etmiyor, namusu ile çalışarak görevinin gereğini yapıyorsa, kısacası adam gibi adamsa hayatını açlık içinde mi sürdürmesi gerekir?

Bu insanın emekli olduğunda ele güne muhtaç yaşaması doğru mu? Bütün bunlar toplumumuzun içinde bulunduğu tehlikeli çürümüşlüğün en hazin göstergesi değil mi?

 

Bir devlet, çalışanları her yıl adli yıl açılışında dile getirildiği gibi “vicdanı ile, cüzdanı arasına mahkum” edebilir mi, ederse ne olur?

 

Böyle bir düzende namuslu ve haysiyetli insanlar ne kadar yaşam hakkı elde edebilirler?

 

Böyle bir düzenin ayakta kalabilme olasılığı ne kadardır?

 

Böyle bir düzen sonuçta çökmeye ve yıkılmaya mahkum olduğuna göre, aslında yıkılan rüşvet ve suiistimale boğazına kadar batmış bu düzen mi, yoksa devletin bizatihi kendisi mi olur?

 

Eğer yıkılan sonuçta devletin kendisi olacaksa, çok geçmeden buna tedbir alınması gerekmez mi?

 

Yapanın yaptığı yanına kâr kalırsa, namuslu, haysiyetli, görevini layıkıyla yapan insan ile namussuz, haysiyetsiz, görevini sürekli savsaklayan, bulunduğu makamı kendi çıkarları için kullanan, sürekli menfaat peşinde koşan insanları nasıl ayırt edeceğiz?

Bunu ayırt edebilmenin tek yolunun "makam sahibinin açlık ve sefalet içinde sürünüyor olması" devletin ayıbı değil mi?

 

Sonuçta yan gelip yatan, görevini yapmayan, şu veya bu şekilde bir kadroyu işgal edip maaşını her ay alan, ama işgal ettiği kadronun gereğini bir gün dahi yapmayan insanlar çalışan insanlara kötü örnek olmuyor mu?

 

Kamuda liyakat esası diye bir şey yok!

 

Kim kimi tanıyor, kim daha iyi yalakalık yapıyor düzeni her parti döneminde geçerli.

Kamu personel reformu diye, adı var kendi yok bir reformu “Godo’yu bekler” gibi bekleyip duruyoruz.

Bu arada yalakalar, hırsızlar, sahtekar ve üçkağıtçılar gene bildiğini okuyor.

 

Böyle bir düzende kamuda namusunuzla hakim, savcı, doktor, mühendis v.s. olmanız mümkün mü? Ya istifa edip gideceksiniz, ya da, Don Kişot’luk yapıp çoluk  çocuğunuzun  geleceğini Allah’a emanet edip, emekli olduğunuzda da cami yardımlaşma derneğinden yardım alırım diye ümit ederek namusunuzla çalışmaya devam edeceksiniz.

 

Hayırlısı olsun diyor, er ya da geç çökecek bu rüşvet, suiistimal ve yalakalık çarkının altında kalan yine gariban vatandaş olmasın temennisiyle saygılar sunuyorum.

 

Sevgiyle kalın,

 

omerkanburoglu@yahoo.co.uk  28 Mart  2006