Ömer Lütfi Kanburoğlu,  Ey Türk milleti, kanun hakimiyetini tesis edip, halkla dalga geçenlerden hesap sormadıkça, yapanın yaptığını yedi sülalesinin burnundan getirmedikçe bir müddet sonra bu diyardan gitmek zorunda kalacaksın…

 

 

Beş adımda Türkiye Dersleri

 

 

Türkiye’de yaşamanın kendine özgü kuralları vardır.

Bunlardan en önemlisi her yerde bir tanıdığınızın olması gerektiğidir. Tanıdığınız insanın mevkii ve makamı önemli değildir. Hatta odacı ve çaycılar yüksek mevkilerdeki insanlara tercih edilirler; çünkü en iyi onlar iş bitirirler, hani “cahil cesareti” derler ya öyle…

 

Eğer entelektüel ve aydın bir insansanız, “ben bir vatandaşım, gücümü Anayasa ve yürürlükteki kanunlardan alırım” gibi salakça bir düşünce yapısı ile hayatınızı sürdürmeye çalışırsanız sürekli ezilir, sinir hastası olur ve daima haksızlığa uğrarsınız; zira, bu ülkedeki kanunlar yazılı satırlardan ibarettir ve uygulanmak için değil laf olsun diye kaleme alınmışlardır…

 

Eğer aksini iddia eden hukukçu bir arkadaşımız varsa, ülkede adaletin niye asla tecelli etmediğini de gerekçeli olarak bizlere açıklamalı. Belki böyle bir açıklama yapılabilir ama sonucu asla değiştirmez.

 

Mesela “tazminat” uluslararası literatürde “Maruz kaldığınız zarar neticesinde sorumlusu tarafından size ödenen paradır” Türkiye’de ise “paçayı kurtarma”, “hapisten yırtma”, “ucuz kurtulma” gibi terimlerle ifade edilir. Eğer sanık tazminata mahkum olursa sevenleri tarafından bu ceza “kurtuldu”, “beraat etti” şeklinde yorumlanır; zira, Türkiye’de herhangi bir şeyin değeri olmadığı için neticede en ağır tazminat cezaları bile elinizi cebinize atıp ödeyebileceğiniz cinstendir. Bunun da “sebepsiz zenginleşmeye yol açmamak” gibi saçma sapan bir gerekçesi vardır.

 

Geçen gün, sürekli yaşadığımız trajik bir olay tekerrür etti. İstanbul’da kapağı açık bırakılan bir rögara beş yaşında dünya tatlısı bir kız çocuğu, üstelik de annesinin yanında düşerek boğuldu, annesinin gözleri önünde...

 

Rögar’ın üzerini bir kartonla örtmüşler, altta kapak yok!

 

Avcılar bilir, hayvanların yürüyüş yoluna çukur kazıp üstünü dallarla kapatırsınız, geçerken düşsün diye, işte onun gibi...

 

Ulan şerefsizler, hadi vazifenizi yapmadınız, uyarı levhası koymadınız, etrafını koruma bandı ile çevirmediniz bari üstüne karton da koymayın da hiç değilse açık olduğu gözüksün. Yolda yürüyen beş yaşındaki çocuk ne bilsin kartonun altında bir ölüm tuzağı olduğunu, ne bilsin, bir şerefsizin yapmadığı vazifesine hayatını kurban vereceğini?

 

Malum hikayedir, rivayet olunur; adamın evine hırsız girmiş. Dava IV.Murat’a kadar aksetmiş. IV.Murat adama evinin kapısını kilitleyip kilitlemediğini sormuş. Adam “Niye kilitleyeyim ki, bu ülkeyi yöneten bir padişah var zannediyordum.” demiş…

 

Ey Türk milleti; ya bu deveyi güdecek, ya bu diyardan gideceksin!

 

Kanun hakimiyetini tesis edip, hizmet ediyorum diye halkla dalga geçenlerden hesap sormadıkça, yapanın yaptığını yedi sülalesinin burnundan getirmedikçe bir müddet sonra bu diyardan gitmek zorunda kalacaksın…

Gidecek miyiz, ne dersiniz?
 

Zaman gösterecek...

 

Kalın Sağlıcakla,

 

 

omerkanburoglu@yahoo.co.uk  02 Mart  2007