Ömer Lütfi Kanburoğlu, Demokrasi bir yaşam biçimidir. Eğer içinizde yoksa siz istediğiniz kadar kağıdı kalemi alıp yazın, isterseniz sokaklara, duvarlara yazın demokrasi ile yönetilemezsiniz; sadece hak ettiğiniz şekilde yönetilirsiniz.

 

ANAYASA YAPMA MERAKIMIZ

 

 

Dünyada demokrasinin beşiği diyebileceğimiz bazı ülkelerde yazılı bir anayasa bile yok ve işler tıkır tıkır yürürken, Türkiye’de sürekli bir Anayasa yapma, değiştirme telaşıdır gidiyor.

 

Neden acaba?

 

Anayasaya yazdığımız zaman bir şeyler değişecek mi, buna inanıyor musunuz?

 

Bu kafa, on tonluk hurda kamyona elli ton yükleyip, sonra da tamponuna “Allah korusun” diye yazan kafa ile aynı kafa değil mi?

 

Bu kafa,  çöpünü sokağa atıp evinin duvarına “Temizlik imandan gelir” diye yazan kafa değil mi?

 

Bu kafa,  etrafta polis yoksa kırmızı ışıkta geçmeyi marifet zanneden kafa değil mi?

 

Bu kafa,   silaha sarılıp zevk için havaya yüzlerce mermi atıp sonra da komşunun balkonda oturan çocuğunu vurup öldürünce "Kötü bir niyetim yoktu, pişmanım" diyen kafa değil mi?

 

Yasak olduğu halde, bırakın yasağı, ahlaken yüz kızartıcı suç olduğu halde bu ülke insanlarının normal bir şeymiş gibi sürekli ihlal ettiği yüzlerce yazılı  kanunumuz var..

 

Yazınca oluyor değil mi?

 

Yazdığımız o kadar çok kanun var ki, okusanız başınız döner hangisi uygulanıyor derseniz, etrafınıza şöyle bir bakmanız yeterli; hiçbiri...

 

Bu ülkede eskiden sabah erken kalkan darbe yapardı, şimdi “ya Anayasayı biri değiştirirse” diye insanların gözüne uyku girmiyor ; herkes kendine göre bir taslak hazırlıyor “böyle olursa daha demokratik olur” diye.

 

Kırk kere yazdım, elli kere söyledim; demokrasi bir yaşam biçimidir. Eğer içinizde yoksa siz istediğiniz kadar kağıdı kalemi alıp yazın, isterseniz sokaklara, duvarlara yazın demokrasi ile yönetilemezsiniz; sadece hak ettiğiniz şekilde yönetilirsiniz.

 

Komşunu rahatsız etme, yere çöp atma, çevreni koru, başkalarının hakkına saygılı ol v.s. diye Anayasaya yazmamız mı gerekiyor? Bunlar insan olanların uyması gereken görgü kuralları. Bir insanın görgüsü vardır ya da yoktur; görgü kurallarını Anayasaya yazınca o toplum görgülü mü olacak?

 

Ayrıca, on haneli bir apartmanda kavga dövüş olmadan bir genel kurul yapamayan bu toplum, ortak mutabakata varacak da Anayasa mı hazırlayacak?

Geçiniz…

 

Tek mutabık kaldığımız konu futbol; o da yurt dışında “Avrupa Avrupa duy sesimizi bu gelen Türklerin ayak sesleri” sloganları eşliğinde hüküm sürüyor. Bu konu ezikliğimizin en büyük göstergesi. Futbolda Avrupa'yı, Dünya'yı bir dize getirsek bizden büyüğü olmayacak zannediyoruz. Fakat her ne hikmetse, bu ezilmişliği Avrupalıların arabasını, televizyonunu, bilgisayarını, uçağını, silahını, ilacını kısaca her bokunu kullanırken hiç  hissetmiyoruz, varsa yoksa futbol.

Kimse şu kansere bir çare bulayım, şu ilacı da ben üreteyim, öyle bir bilgisayar yapayım ki dünyanın dili uçuklasın, bir uçak yapayım hiç yakıt kullanmasın gibi şeyler düşünmüyor. Teknolojiyi kullanırken, satın alırken maşallah hiç eziklik duymuyoruz.

 

Çocuklarımızı sabah akşam çalıştırıp OKS, KGS, ÖSS, PBS, TRS, ZRT, MRT gibi artık kısaltılmış hallerinin ne ifade ettiğini neredeyse sınava bile girenin bilmediği bir sürü eziyete sokuyoruz. Hepsi sanki astronot olacakmış gibi ders çalışıyor. Sonuçta ne oluyor?

Değil astronot, NASA'da çaycı bile olamıyor.

Eğer şanslıysa devlet dairesinde memur, şansı yoksa diplomalı işsiz.

 

Bırakın yeni Anayasa tartışmasını beyler; bu ülkeye demokrasi bir gömlek fazla geliyor.

Kalın sağlıcakla,

 

omerkanburoglu@yahoo.co.uk  21 Haziran  2008