Ömer Lütfi Kanburoğlu, Demokrasilerde herkesin uçmayı  deneme hakkı vardır; ama uçma yeteneği bulunmayan biri, “ben uçacağım, beni uçurun ey halkım” diyerek  sürekli pisti işgal ediyorsa onun pisti terk etme zamanı çoktan geçmiş demektir.

 

ŞEYH UÇMAZ

MÜRİDLERİ UÇURUR

 

 

Türkçede çok kullanılan bir deyimdir;  bir insanın başarı veya başarısızlıkları ile ilgili olarak “Şeyh uçmaz müritleri uçurur” denir. Siyasette hiç kimsenin tek başına başarılı olmasının mümkün olmadığı, ekip çalışmasının şart olduğu üzerine söylenmiş güzel bir sözdür. Bilhassa, siyaset sahnesinde yer alanlar veya almayı düşünenler için asla unutulmaması gerekir.

 

Müritler genelde herkesi uçurabilirler; ama bu uçuşun sağlıklı olması ve uçurulan kişinin kısa zamanda yere çakılmaması için  “şeyh”e benzemesi, onda “şeyh” karizması olması birinci kuraldır. Yoksa şeyh uçtuğu hızla yere çakılıverir. Müritlere bir şey olmaz; onların görevi sürekli birilerini uçurmaktır. Şeyh yere çakılınca müritler hemen başkasını uçuruverirler. Havada kalabilmek biraz da şeyhin karizma ve becerilerine bağlıdır. Bu, bir planör uçuşuna benzer; havalanabilmeniz için bir uçağa ihtiyacınız vardır. Uçak bir süre sizi yedeğinde çeker, yeterli irtifaya geldiğinizde bağlantıyı ayırır ve sizi engin semalara bırakıverir. Eğer sizin bilgi ve beceriniz uzun süre havada kalmaya müsaitse kalırsınız, yok beceriksiz ve yeteneksizseniz hemen yere çakılıverirsiniz. Bu örnekte unutulmaması gereken çok önemli bir hususun altını çizmekte fayda görüyorum: Her planör en sonunda yere inmek zorundadır, ebediyen havada süzülen bir planör henüz yapılmamıştır. Eğer başarılı bir uçuş yaptıysanız sağ salim yere iner ve hatta ileriki günlerde tekrar havalanmayı deneyebilirsiniz ama tavsiyeleri göz ardı edip ben kendi bildiğimi yapacağım der ve planörü yere çakarsanız bu sizin son uçuşunuz olur…

 

İşte müritleri tarafından uçurulan şeyhler bu örneğe iyi dikkat etmelidirler. Türkiye siyaset sahnesi müritleri tarafından uçurulan bir çok “şeyh” görmüştür. Bunların tamamına yakını irtifa kaybederek yere çakılmışlardır, içlerinde başarılı bir “iniş” gerçekleştirenine yakın tarihimizde pek rastlanmamıştır.

 

Bu sosyolojik arızanın çeşitli sebepleri olmakla birlikte, en önemlisi müritlerin şeyhi gerekli irtifanın çok üstüne taşımasıdır. Bu yükseklikte oksijen az olduğu için şeyhin başı dönmeye başlar; ne kadar karizmatik, başarılı ve bilgili de olsa, o yükseklikte oksijen çok az olduğu için başı dönen şeyh sonuçta yere çakılmaya mahkumdur. Dolayısı ile, şeyhlerin dikkat etmeleri gereken bir diğer önemli kural uçarken çok yükseğe çıkmamaktır. Uçtuğunuz araziyi, iklim yapısını iyi tanıyacaksınız. Sürekli meteorolojik istihbarat alacaksınız ki, hava bozulacaksa uçuşa çıkmayacaksınız. Yoksa hava bozup fırtına patladıktan sonra siz uçsanız ne işe yarar? Ancak kafa üstü çakılırsınız.

 

Müritler sizi sürekli uçurmak isterler. Şeyhimiz uçsun, engin semalara yükselsin, o bizim şeyhimiz daima en yüksekte olsun gibi halisane duygularla hareket ederler ama düşüp boynunuzu kırdığınızda çoğu cenazenize bile gelmez. Ayrıca, siz mevta olduktan sonra millet cenazenize gelse ne olur?  

 

Bu şeyhlerin de birçok çeşidi vardır. Bunların bazıları şeyh bile olmayıp kendilerini şeyh zannederler. Sürekli olarak gerçek bir şeyh ile uçtukları için kendilerinin de artık uçabileceklerini düşünürler. Etraflarına toplanan bin-ikibin kişilik mürit topluluğu bunlara kendilerini dünyanın merkezi gibi hissettirirler. Bu topluluğa uçaktan bakma imkânınız olsa merkezden dışa doğru küçük bir spiral hareket görürsünüz; spiralin dışı içe doğru hücum eder, merkezi ise dışarı çıkmaya çalışıyordur. Bu etki-tepki hareketi şeyhe kendini büyük bir halk önderi olduğunu zannettirir. Oysa birkaç bin kişinin bırakın sizi uçurması, havalandırması bile mümkün değildir. Şeyh adayı sonuçta bunu görür ama birçoğu evine gidip oturmaz, hala pisti işgal edip sürekli uçmaya çalışır. Pist üzerinde böyle kırk elli tane şeyh adayı olunca da uçuş emniyeti gittikçe tehlikeye girmeye başlar.

 

Demokrasilerde herkesin uçmayı  deneme hakkı vardır; ama vaziyeti uçmaya müsait olmayan ve uçma yeteneği bulunmayan biri, “ben uçacağım, beni uçurun ey halkım” diyerek  sürekli pisti işgal ediyorsa onun pisti terk etme zamanı çoktan geçmiş demektir. Bu sahte şeyhlerin yarattığı kirlilik yüzünden o pist artık gerçek şeyhler tarafından kullanılamaz olmuştur.

 

Bazı şeyhler ise kendileri uçmadıkları halde taşeron firma olarak çalışır, başkasının uçuşuna bilet satarlar. Bunların yanında yer alanlar aslında şeyh zannettikleri kişinin fason olduğunu iş işten geçtikten sonra anlarlar. Aslında bu şeyh bozuntularının uçmak üzerine hiçbir ekipmanı bulunmaz; ama kendilerine öyle bir süs verirler ki, millet bunları engin semalarda süzülüyor zanneder. Oysa ki, adamın yerden havalanmışlığı bile yoktur…

 

Bu örnekleri hiç durmadan sürekli sıralayabiliriz. Türk siyasi tarihi “şeyh” külliyatı oluşturabilecek kadar zengin ama Türk ekonomisi yeni şeyhleri kaldıracak kadar güçlü değil, millet düşüp kalkmaktan artık bezdi.

 

Hiç kimseye, hiçbir kuruma ve hiçbir sosyal topluluğa faydası olmayacak münakaşalardan bıktık, kısacası müritler ve şeyhlerden de bıktık.

 

Demokrasi, güçlü bir ekonomi ve insan gibi yaşamak istiyoruz.

Bugün geldiğimiz noktada herkesin dahli olduğu açıktır; ama bozulan bu uçağı havada tamir etmek de artık mümkün olmadığı için kaçınılmaz son yaklaşmaktadır.   

 

Temel mezar taşına şöyle yazdırmış:

“Ha bu bana ders olsun”

 

Kalın sağlıcakla…

 

omerkanburoglu@yahoo.co.uk  15 Temmuz  2008