Ömer Lütfi Kanburoğlu, Günlük hayatımıza yerleşmiş anlamını ve işlevini bilmediğimiz bir sürü kelime var; mesela kanun, kanun hakimiyeti, çalışmak, nezaket, zamanı verimli kullanmak, iş ahlâkı, hizmet, saygı ve bunun gibi bir çok kelime.

 

Türkçe’deki

gereksiz kelimeler

  

 

Dilimize her nasılsa yerleşmiş, günlük hayatta “laf olsun” diye kullandığımız ama anlamı ile uygulama biçimi arasında dağlar kadar fark bulunan lüzumsuz bir çok kelime var. Mesela kanun, kanun hakimiyeti, çalışmak, nezaket, zamanı verimli kullanmak, iş ahlâkı, hizmet, saygı ve  bunun gibi bir çok kelime.

 

Örneğin “çalışmak”.

Milyonlarca insanımız her sabah kalkıp işe gidiyor, akşam da çıkıp evine. Hiç düşündünüz mü, bu insanlardan kaç tanesi işe hiç gitmese ne değişir? Özel sektör bir yana, hele kamu çalışanlarının büyük bir bölümü aylarca işe gitmese ne değişir?

 

İşin kamu yönünü bir kenara bıraksak, özel sektöre baksak: örneğin tadilat, tamirat, inşaat, hizmet veya aklınıza gelen başka herhangi bir sektörde hizmet alanların “bedelini ödemeye hazır olduğu halde” hizmet verenlerden istediği hizmeti aldığı veya alabildiği hiç görülmüş şey midir?

 

Bir marangoza, fayansçıya, mermerciye, camcıya, boyacıya veya herhangi bir esnafa bir şey tarif edin, bir şey isteyin bakalım yapabilecek mi? Türkiye’de hizmet alanlarla hizmet verenler arasında genellikle körler ve sağırlar diyaloğu vardır.

 

Peki, saygı?

Saygı kelimesinin Türkiye’deki uygulama biçimi “yalakalık”tır. Çünkü saygı gösterilmesi gereken makam ve mevkilerin birçoğunda o makamı rüyasında görse hayra yormayacak insanlar oturmaktadır. Bunun en büyük sebebi liselerden bozma "çakma üniversitelerden" diploma alıp kamuda yönetici konumda olan bir çok insandır. Hal böyle olunca siyaseten makam sahibi olan  bu insanların yanında çalışan yüksek lisans yapmış, en az bir veya iki dil bilen insanlar tarafından saygı görmesi mümkün mü?

 

Peki “kanun”?

Bu kelime Türkçe’ye her nasılsa girmiş ama üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen vatandaşlarımız tarafından anlamı hâlâ kavranamamıştır.

Günümüzdeki uygulama biçimi ile “kanun” bazı kitaplarda yazılı olan ve aptalların uyduğu satırlardan ibarettir. Türkiye’de yazılı olan binlerce satır kanun var; ama uygulama derseniz yok!

Evet, tek kelime ile yok!

Kanuna uymayanı uydurma görevi her yerde ve her fırsatta vatandaştan beklenmektedir. Vatandaşın işi gücü yok savcılığa dilekçe verecek, mahkemeye binlerce lira harç yatıracak, avukat tutacak ve sonuç olarak bir şey elde etse neyse, onu da elde edemeyecek. Mahkeme sizin harcadığınız zaman ve para karşılığında suçluyu ıvır-zıvır bir cezaya mahkum edecek ve siz siniriniz bozulduğu ile kalacaksınız.

Hal böyleyken kanun hakimiyetinden bahsetmek mümkün mü? Geçiniz…

 

Peki iş ahlakı?

Böyle bir kelime lügatte var ama uygulamada iş ve çalışmanın ne anlama geldiği bilmeyen toplumumuz tarafından gereği yerine getirilmemektedir. Parayı kazananlar hep üçkağıtçı, dolandırıcı ve sahtekârlar; bunlara bir ceza uygulanıyor mu? Tabi ki hayır. Yediğiniz kazık yanınıza kâr kalıyor, afiyetle oturuyorsunuz. Peki namusuyla çalışan, üreten hiç mi yok? Elbette var, hem de çok; ama sahtekârların yaptığı yanına kâr kalınca haksız bir rekabet ortamı oluşuyor ve namusuyla çalışanlar zaman içerisinde yok olup gidiyorlar.

 

Peki ne olacak? Gün geçtikçe dengeler namusuyla çalışan, üreten insanlar aleyhine bozuluyor. Bunun sonu nereye varacak?

Doğrusunu söylemek gerekirse bilmiyorum.

Bilen varsa bana söylesin.

 

Kalın sağlıcakla,

 

omerkanburoglu@yahoo.co.uk  19 Ağustos  2008