|
|
|
|
|
Ömer Lütfi Kanburoğlu, Çalışmadan kazanan insanların oranı hak ederek kazananların oranından fazlaysa orada bir problem var demektir.
Çalarak Kazanmak
Cesaret akıldan gelirse cesaret, bilgisizlikten gelirse cehalettir...
Kazanmak; “kazanç sağlamak, iyi bir sonuç elde etmek, sahip olmak, ele geçirmek” gibi anlamlar taşıyan bir kelime. Peki bu sonuçları elde etmek yani kısaca “kazanmak” için yapılması gereken ilk şey nedir? Bu sorunun tek bir cevabı vardır o da “ÇALIŞMAK”tır. Dünyanın neresine giderseniz gidin kazanmanın yolu çalışmaktan geçer.
Çalışmadan kazanan insanlar yok mu? Elbette var ve her dönemde olacaktır; ama çalışmadan kazanan insanların oranı hak ederek kazananların oranından fazlaysa orada bir problem var demektir.
Çalarak kazanmak ilkel ve az gelişmiş toplumlara özgü bir yaşam biçimidir; hak etmek ise ahlâk sahibi olmayı gerektirir. Çalışmadan, alın teri dökmeden edindiğiniz her şey bir başkasının hakkına tecavüzdür. Ahlâk sahibi hiçbir insan buna tevessül etmez. Burada yanlış anlaşılmasın ahlâk sahibi derken dindar olmaktan bahsetmiyorum; ahlâk sahibi olmak için dindar olmak gibi bir ön şart yoktur. Şu anda Türkiye’de dindar olduğunu iddia eden milyonlarca ahlâk yoksunu insan var. Eğer ahlâk dinin mütemmim-cüz’ü olsa idi Türkiye’de Sureti Hak’tan gözüken milyonlarca hırsız, üçkağıtçı ve dolandırıcı olmaması lazımdı.
Türkiye’de “çalarak” kazananların “hak ederek” kazananlara oranı gün geçtikçe artmaktadır ve bu Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlikedir. Bu tehlikeye en iyi örnek “kamu” dediğimiz garabettir. Türkiye’nin içine düştüğü bu açmaz, kamuda “iş akrabaya, kadro torpili olana” şeklinde gelişmiştir. Kamuda işten anlamayan, sobaya atsan yanmayacak odunlar önemli kadroları işgal eder ama işi bilen, kariyer sahibi insanlar ise işleri omuzlarında taşıdıkları halde hiçbir yere gelemezler. Bu yıllarca böyle olmuş ve halen de devam etmektedir.
Kamu kuruluşları “çalarak kazanmaya” gerek istihdam, gerekse üretim açısından verilebilecek en iyi örnektir.
Bugün itibarı ile toplum “Nasrettin Hoca’nın bindiği dalı kesmesi” gibi, kendi geleceğini yok eder hale gelmiştir. İnsanlar ne çalsam kâr mantığı ile hareket ederek yağma psikolojisi ile hareket etmekte ama talan bittikten sonra ne olacağını düşünmemektedirler.
Sokaktan rastgele birini çevirip sorun “seni filanca kurumun başına getireceğiz” deyin, bakalım kaç kişi “hayır” diyecek? Hatta göreceksiniz, insanlar işin mahiyetinden önce, kaç lira ücret alacaklarını soracaklar. Yani ücret onları tatmin ederse hemen gidip oturacaklar; hiç kimse benim bu işi yapmak için gerekli formasyonum yok, bunun için eğitim almadım gibi şeyler söylemeyecek.
Bu cahil cesareti ile açıklanabilecek bir davranış biçimidir. Bazı insanlar “halk cahil” diye tezler öne sürdüğü zaman sinirleniyoruz ama Türkiye’de nüfusun yüzde 10’unun üniversite mezunu olduğunu ve bu üniversite mezunlarının büyük bir çoğunluğunu ise Açık Öğretim Fakültesi ile kapılarına “üniversite” tabelaları çakılmış liseden bozma okulların oluşturduğunu unutuyoruz.
Aslında bu sonuca göre toplasanız nüfusun ancak yüzde 5’inin üniversite denebilecek bir okul mezunu olduğu Türkiye’de demokrasi gibi elit ve ahlâklı bir rejimi işletebilmenin mümkün olmadığı açıkça ortaya çıkmıyor mu? Daima verdiğim bir örnek var; Afganistan’da demokrasi olur mu? Halk neyi ve kimi seçecek, iş başına gelen yöneticiyi nasıl denetleyecek, işler yürümediği zaman kime şikayet edecek? Demokrasi ahlâk sahibi, birbirlerine saygısı olan erdemli insanların yaşam biçimidir; yoksa katil, hırsız, üçkağıtçı ve dolandırıcıları bir kara parçasına toplayıp “bundan sonra burada yaşayacaksınız ve yönetim biçiminiz de demokrasi” deyip bir sene sonra gidip kontrol etsek, muhtemelen herkesin birbirini öldürdüğüne şahit oluruz.
Yaşadığımız süreç halkın adalet duygusunun zayıflamasına ve hatta adalete olan güveninin yok olmasına yol açmıştır. Eğer işler böyle yürümeyecekse tarih tekerrürden ibarettir ve başka türlü yürür; ama Türkiye çok şey kaybeder.
Kalın sağlıcakla….
omerkanburoglu@yahoo.co.uk 02 Nisan 2009
|
|