Ömer Lütfi Kanburoğlu,  Suçluların taleplerinin karşılanması yetkililerin görevi ihmal ve suiistimal suçu işlemeleri demektir, cezai soruşturmayı gerektirir. 

 

PKK veya Kürt sorunu

 

Küçük insanların büyük gölgelerinin olduğu yerde

güneş batmak üzeredir.

Çin Atasözü

 

Ülkemizde “Kürt Sorunu” adı altında içi doldurulmamış, ne olduğu tam olarak belli olmayan, bahsi açıldığında herkesin farklı yorumladığı bir tartışma var.

Aslına bakarsanız “Kürt Sorunu” diye adlandırılan bu tartışma PKK ile özdeş; yani PKK diye bir terör örgütü olmasa “Kürt Sorunu” diye bir tartışma olmayacağı kesin. Bilhassa PKK’lı teröristlerin ve siyasi uzantısı olan DTP’nin söyleminde yer alan bu “sorun” PKK’nın yıllardır uyguladığı terör eylemleri ile gündeme geldi.

 

Kürtlerin yaşadıklarını iddia ettiği sorunların diğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yaşadıkları sorunlardan hiçbir farkı yok. Diğer vatandaşlar da Kürtlerin sorun olarak gördükleri problemlerle karşı karşıyalar; ama onlar silaha sarılıp dağa çıkmıyor, problemlerini sistem içerisinde çözmeye çalışıp bir ülkede vatandaş olmanın gereklerini yapıyorlar.

 

Aslında ülkemizde demokrasinin uygulanış biçiminde bir sorun olduğunu kabul etmemiz ve bu sorunun çözümü için gerekli adımları atmamız gerektiğinde hepimiz hemfikiriz. Bundan kimsenin kuşkusu yok.

Eğer demokratik hak ve özgürlükler açısından sorun yaşıyorsak bunu hepimiz yaşıyoruz, sadece Kürtler değil! Ama “hayır ülkede hiçbir problem yok, her şey çok güzel” gibi bir düşünceyle soruna yaklaşırsak sadece art niyetli insanların ekmeğine yağ sürmüş oluruz.

 

Bir doğrudan yola çıkarak yüzlerce yanlışa çanak tutmak  terör örgütlerinin yıllardan beri kullandığı en önemli yöntemlerdendir. Bireysel hak ve özgürlüklerden yana olmak başka, buradan yola çıkarak “Kürtlere özgürlük, otonomi v.s.” istemek başka bir şeydir. 

Kanunlara karşı gelmek, silahlanıp devletin güvenlik güçleri ile çatışmaya girmek, talepleriniz için yollara mayın döşemek, masum insanları öldürmek, önüne geleni vurmak bir hak arama yöntemi değil, dünyanın her ülkesinde kanunlara göre suçtur. Bu tip eylemlere kalkışanları, güvenlik güçleri dünyanın her yerinde teslim olmaları için uyarır, uyarıyı dikkate almaz ve karşı koyarlarsa uyarı ateşi açar, onlar karşı koymaya devam ederse kendilerine ateş açanı vurup öldürür. Bu iş dünyanın en demokratik ülkesinde bile böyle yapılır. Silaha sarılıp ateş etme nedeniniz kendinizce haklı olduğunu düşündüğünüz bir gerekçeye dayansa bile, silahla hak aramanın sonucu güvenlik güçlerince vurularak öldürülmektir. Hiç kimse kanunlardan vareste değildir. Yaptıklarınızın sonucuna katlanmanız da eyleminizin en doğal sonucudur.

 

Kanunlara aykırı davrandığınız halde, kanunlardan vareste tutulmayı istemek gibi bir talebiniz olabilir, ağzı olanın konuşmasından daha doğal bir şey olamaz. Kendinize önem atfedersiniz, mafya liderisinizdir, örgüt başkanısınızdır, arkanızda yüzlerce silahlı adamınız olabilir ama kanunlar suçluların taleplerine göre biçimlendirilecek olsa zaten mahkemelere de gerek kalmazdı.

 

PKK şu anda kendisinin ateşkes ilan ettiğini ve güvenlik güçlerinin de buna göre davranmasını istiyor. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti devleti bir ülke ile nizami bir savaş içerisinde değildir, ateşkes nizami savaş hukukunda yer alır. Bahse konu yaşadıklarımız sayıları kaç kişi olursa olsun bir grup teröristin Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarında suç işlemesinden ibaret eylemlerdir. Bu suçun tanımı Türk Ceza Kanunda yapılmış olup cezası bellidir.

 

Ateşkes, genel af gibi söylemler PKK’nın yaptığı eylemlere tüzel bir kişilik kazandırmaktan öte hiçbir anlam taşımaz.

 

Bir diğer talep ise genel af isteği. Eğer af çıkarsa teröristler silahlarını  bırakıp dağdan inerlermiş. Bu talep kamuoyunda “Rahşan affı” diye bilinen ve önceki koalisyon hükümeti tarafından çıkarılan af ile uygulandı ve 11.000 PKK’lı cezaevinden salıverildi; ne değişti? Hiçbir şey.

 

Ayrıca, dağdaki terörist silah bırakıp bu ülkede normal bir vatandaş gibi yaşamak istiyorsa zaten kendisine engel olan yok. Silahını yere bıraksın, insin aşağıya normal bir insan gibi giyinip kendine bir iş bulsun, sıradan bir hayat sürsün. Kendisine engel olan mı var? Bunların çoğunun zaten ne adı, ne eşkali belli. Genel af söylemi ile örgütün ulaşmak istediği Abdullah Öcalan ve örgütün diğer yönetici kadrolarının serbest bırakılarak kendilerine saygınlık kazandırılması çabasından ibarettir.

 

Birkaç gün önce Murat Karayılan’da kendilerine özerklik verilebileceği ve bir Kürt parlamentosu kurulabileceğinden söz etti. Suçluların bu tip talep ve isteklerin sonu gelmez, onlar her şeyi isteyebilirler. Önemli olan onların talepleri değil kanun ve düzenin sağlanmasından sorumlu insanların görevlerini yapıp yapmadıklarıdır.

 

Eğer bu ülkede işlenen suçlar göz ardı edilir ve suçluların talepleri karşılanmaya başlarsa bunun sonu gelmez ve herkes başka bir şey talep etmeye başlayabilir.

Bu taleplerin karşılanması yetkililerin görevi ihmal ve suiistimal suçu işlemeleri demektir, cezai soruşturmayı gerektirir. 

 

Bir suçun bir kişi ile veya bin kişi ile işlenmesi arasında bir fark yoktur. Sadece kanunlar açısından baktığınızda çok fazla sayıda kişi tarafından işlenmesi suçun niteliğini değiştirip cezasının artırılmasını sağlamaktan öte bir işe yaramaz. Yoksa “bin kişi silahlandı, eylem yaptı” diye onların taleplerinin kabul görmesi mümkün değildir.

Kalın sağlıcakla,

 

 omerkanburoglu@yahoo.co.uk  19  Haziran  2009