Ömer Lütfi Kanburoğlu, Ülkemizde koltuk ile yatak arasındaki farkı bilmeyen yöneticilerimiz çoğunlukta

 

 

Koltuk Çeşitleri

 

Koltuklar çeşit çeşittir. Bazıları insanı dinlendirir, oturur, bir nefes soluklanırsınız. Bazı koltuklar misafir içindir, oturan bir süre sonra kalkar, yerine başkası oturur. Bazıları ise hizmet içindir; koltuktaki şahıs görevi gereği orada oturuyordur ve muhatabına en iyi şekilde hizmet etmek zorundadır.

 

Koltuk kavramı, dünyanın gelişmiş ve uygar bütün ülkelerinde aynıdır. Fakat, her ne hikmetse,  insanlarımızın uluslararasında genel kabul gören diğer bütün kurallarda yaptığı gibi, koltuk kavramını da işine geldiği gibi yorumlamakta üzerine yok.

 

Ülkemizde tablonun geneline baktığımız zaman, insanımızın koltukların hepsini birbirine karıştırdığını görüyoruz. Misafir koltuğunu hizmet koltuğu, hizmet koltuğunu yatak zanneden insanlarımız var. Hatta, hizmet koltuklarını yatak zannedenler işin dozunu o kadar kaçırmış ki,  koltuklarında  yatmaktan yatalak hale gelmişler, artık ayağa bile kalkamıyorlar.

 

Hal böyle olunca, idarecilerinin koltukları yatak zannettiği bir ülkenin insanlarının da, çalıştığı kurumları otel zannetmesi gayet doğal.

 

Ülkemizde, özellikle hizmet sektöründe çalışan kesimin durumu bir facia. Hizmet aldığınız kurumlar, yaptıkları işin görevleri olduğunun bilincinde değiller. Bu sektörlerde çalışan insanlar işlerini yaparken, sanki size büyük bir lütufta bulunuyorlarmış gibi davranıyorlar. Çalışanlar, siz hizmeti bedava alıyormuşsunuz veya bu işi yaptırırken adamın alnına silah dayamışsınız gibi bir ruh hali içinde içindeler.

 

Türkiye'nin ilginç bir sorunu var; çalışan insanların neredeyse tamamına yakını işini isteyerek yapmıyor. Çalışanların çok büyük bir çoğunluğu, mevcut işine birinin tavassutu ile girmiş ve girerken ne iş yapacağı konusunda en ufak bir fikri dahi olmayan insanlardan oluşuyor.

 

Düşününüz ki bir işe talip oluyorsunuz  ve eğer o işe uygun görülüp başlarsanız ne yapacağınızı dahi bilmiyorsunuz. İşe girdikten sonra şunu buraya koy, bunu şuraya yaz türünden vasıfsız insanların yapacağı bir çalışma temposu içine giriyorsunuz. Yanlış anlaşılmasın, sıradan işlerden bahsetmiyorum, üniversite mezunu ve yabancı dil bilen insanların dahi çalışma ortamı bu. Korkunç bir kaynak israfı var; çocuklarımızı yarış atı gibi yetiştirerek yabancı dil bilen, yüksek lisans sahibi boş insanlar olarak toplum içine salıveriyoruz. İnsan işsiz olduktan veya herhangi bir işe yaramadıktan sonra doktora yapsa ne olur?

 

Bu soruya, en azından kültürlü ve bilgili nüfusa sahip oluyoruz şeklinde bir züğürt tesellisi ile cevap verilebilir; fakat unutulmamalı ki, üniversite mezunu, yabancı dil bilen bu gençlerimiz ders kitaplarından başka bir şey okumuyor ve dünyada olup bitenler hakkında sadece kulaktan dolma, yalan-yanlış bilgilere sahipler. Bu da, hiç değilse kültürlü ve bilgili bir nüfus yapısına sahip oluyoruz tezini çürütüyor.

 

Tahsil elbette çok önemli. İyi eğitim almak, çok kıymetli elmas bir kolye sahibi olmaya benzer. Eğer zor duruma düşer de satmaya kalkarsanız kimse değerini vermez; fakat onun varlığı daima içinizi ısıtır, size güven verir. Bilhassa, son yıllarda Türkiye’nin peş peşe içine düştüğü ekonomik krizler yüzünden iyi eğitim almış kişilerin işsiz kalmaları, gençler üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Ebeveynler bile haklı olarak okuyup da ne olacak, biz okuduk da ne olduk gibi bir kötümser düşüncelerin esiri oldular.

 

İyi eğitim almanın beş para etmediği bir toplumun, sağlıklı bir yapıya sahip olduğu söylemek mümkün değil. Yakın tarihi hatırlarsak, her türlü teknolojik altyapıya sahip bilim adamlarının varlığı Sovyetler Birliği’nin çöküşünü engelleyemedi.

 

Türkiye’nin çok önemli bir dönemeçten geçmekte olduğu bu günlerde, koltuk sahipleri, niçin o makamda oturduklarını her gün kendilerine sorup, gereğini yapmakla mükelleftirler. Halka hizmet etmediğiniz, “salla başı al maaşı” düşüncesi ile hareket ettiğiniz her gün bizi sona biraz daha yaklaştırmaktadır…

 

Kalın sağlıcakla,

 

  omerkanburoglu@yahoo.co.uk  17 Şubat 2005