Ömer Lütfi KANBUROĞLU             BAŞYAZI

 

 

 

 

“Darbe”

 

Türkiye’de bilhassa ekonomik konularla ilgili tartışılması gereken birçok mesele önümüzde dururken bir darbe tartışmasıdır sürüp gidiyor.

Bakıyoruz, Türk Silahlı Kuvvetlerinde böyle bir irade beyanı yok. Hatta, tarihinin en munis silahlı kuvvetleri ile karşı karşıyayız. Ne darbesi? Vur ensesine, ekmeğini elinden al misali bir ordu.

Hal böyle iken darbe soruşturması yürüten polisin kazdığı yerden cephane fışkırıyor, postadan ucu yanmış(!) belgeler çıkıyor. Aslına bakarsanız artık bütçeden silahlanmaya para ayırmaya gerek kalmadı. Polis teşkilatına bir kazma, bir de kürek verseniz dışarıdan silah almamıza gerek kalmayacak. Biraz daha çaba gösterseler Yalova-Çınarcık’da denizaltı, Eşkişehir’de F-16 bile bulabilirler.

Polis teşkilatı ilginç başarılara imza atıyor ama insan ister istemez düşünmeden edemiyor: Gece yarısı Ankara’nın Çinçin Bağlarına giremeyen polis, Genelkurmay karargâhındaki “darbe” belgelerini ele geçiriyor.

Ankara’nın Cinnah caddesinde elindeki döner bıçağı ile kendisini kovalayan travestilere kaçarak karşı koyan polis, ordunun darbe yapmasını engelleyen güzide bir kurum haline geldi.

Vaayyy beee!

Benim bile kafam karıştı.

Acaba aynı teşkilattan mı söz ediyoruz?

Bütün bu darbe planlarını bozan hani, memur, öğrenci, şehit yakınları gösteri yaptığı zaman Moğol ordusu gibi hücuma geçen; PKK, travesti, hırsız gördüğü zaman ıslık çalan teşkilat mı?

Yoksa bu, teşkilat değil de “şirket” işi mi?

Bu kadar dezenformasyon ve bütün bunlara seyirci kalmak pek alışık olmadığımız bir şey.

Türk Silahlı Kuvvetleri darbe yapmaya karar verirse bu kararı engelleyecek Türkiye’de herhangi bir güç yok.

Silahlı Kuvvetler darbe yapmıyor, çünkü böyle bir niyeti yok. Darbe yapmak büyük sorumluluk ister; hiç yokken başınıza bela alırsınız. Oysa mevcut durumu sürdürseniz zaten çok önemli bir görevdesiniz, işler öyle ya da böyle yürüyüp gidiyor. Siz sadece önünüze gelen belgeye imza atıp görev sürenizi tamamlayabilirsiniz. Ondan sonra deniz kenarında devletin verdiği imkânlarla ölene kadar bir eliniz yağda bir eliniz balda yaşar gidersiniz.

Böyle bir organizasyon içinde olmadığı, ayrıca olsa, hiç kimsenin engellemesinin mümkün olmadığı bir konuyu sürekli gündemde tutmanın fayda maliyet analizini yapsak acaba bu işten kim kârlı, kim zararlı çıkıyor?

Türkiye’nin zararlı çıktığı, Türk Ordusunun itibar kaybettiği, PKK terör örgütünün itibar kazandığı garip bir süreç yaşıyoruz.

Bazı tatlı su aydınları “aman yangına körükle gitmeyin”, “Türk bayrağı asmayın”, “okullarda andımızı söylemeyin”, “Atatürk’ün resimlerini asmayın”, “İstiklal marşı söyleyip tahrik etmeyin” gibi önerilerde bulunuyorlar. Bu öneriler her dakika televizyonlardan yayınlanıp duruyor.

Anlayamadığım bir şey var, acaba ben farkında olmadan Türkiye Yunan işgaline mi uğradı?

Bu öneriler bir ülke ancak işgal altında iken yapılabilecek öneriler.

Hoş o zaman dahi bu teklifler bir işe yaramaz çünkü bu millet her hal ve şart altında bayrağını taşır. Hiçbir şey bulamasa kanı ile bayrağını yüreğinde göndere çeker.

Bakıyorsunuz PKK’lı teröristlerin Türkiye’ye gelişlerinin ve törenle karşılanışlarının her aşamasını canlı yayınlayan televizyonlar, şehit yakınlarının yaptığı protesto mitingini ancak akşam haberlerinde veriyor.

Niye?

Çünkü, canlı yayınlasa ve orada polisin şehit ailelerine yaptığı muameleyi halk görse Türkiye o gün Yugoslavya’ya dönerdi.

İnsanlar sokağa dökülüp o polisleri linç eder, önüne geleni eşşek sudan gelene kadar döverdi ve bunu da HİÇ KİMSE ENGELLEYEMEZDİ!

Peki bu sonuç artık yaşanmaz mı, bu tehlike artık geçti mi?

Göreceğiz….

  

 omerkanburoglu@yahoo.co.uk< 02  Kasım  2009

 

 


 

 

 

Z ANA SAYFAYA DÖN